Uluslararası İşgücü Kanunu ya da kamuoyundaki adı ile yabancı işçiye Turkuaz Kart verilmesi konusuna ilişkin kanun, 28 Temmuz’da Meclis Genel Kurul toplantısında kabul edildi. Bu tasarı henüz genel kuruldan geçmeden önce de bazı tartışmaları beraberinde getirmişti. Örneğin TMMOB 12 Temmuz’da bir açıklama yaparak, bu tasarının ülkenin ve vatandaşların değil yabancı sermayenin çıkarlarını koruduğunu, kendilerinin ve muhalif kesimlerin görüşlerinin dikkate alınmadan komisyondan olduğu gibi geçirildiğini ileri sürerek tasarıya itiraz etmişti. Ancak kanun 13 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Bu konu bağlamında Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülay Toksöz’ün 18 Temmuz 2016 tarihli Birgün Gazetesi’ne verdiği röportajı aşağıda okuyabilirsiniz:
“Uluslararası İşgücü Kanunu” ya da kamuoyundaki adı ile “Yabancı işçiye Turkuaz Kart verilmesi”ne ilişkin yasayı sosyal politikaya yönelik olarak göçmen işçilerin çalıştırılması açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Günümüz dünyasında eğitimli ve vasıflı işgücü çok önemli bir üretici kaynak olarak görülüyor. Gelişmiş ve kimi gelişmekte olan ülkeler beyin göçünü kendi ülkelerine çekmek için ciddi çaba harcıyorlar. Bu yasa ve öngörülen Turkuaz kartı bu bağlamda değerlendirebiliriz. Öte yandan Türkiye beyin göçü veriyor ve özellikle siyasi istikrarsızlık ve artan otoriterleşme iyi eğitimli insanların Türkiye’den ayrılma eğilimini körüklüyor. Yetişmiş insan gücü başta ABD olmak üzere batı ülkelerine giderken Türkiye’ye çevresindeki ülkelerden örneğin eski Sovyet ülkelerinden oralardaki olumsuz ekonomik koşullara bağlı olarak çalışma amacıyla göçmenler ve Ortadoğu bölgesinden savaş, çatışma nedeniyle mülteciler geliyor. Gelenler içinde eğitimli olanların vasıflarının altında işlerde genellikle kayıtdışı olarak çalıştığını söylemek lazım. Ancak kanun tasarısında Turkuaz Kart adıyla yatırım yapacak, bilimsel ve teknolojik gelişmeye katkı sağlayacak nitelikli yabancılar için getirilen ve Türkiye’de çalışma ve ikametlerini kolaylaştıran düzenlemenin Türkiye’nin mevcut siyasi, kültürel ve ekonomik ortamında etkili olması kuşkulu görünüyor.
Mevcut 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun da aslında Türkiye’ye gelecek vasıflı işgücünün çalışmasını düzenlemek için çıkartıldı. Ancak katı ve kısıtlayıcı yapısı nedeniyle verilen çalışma izinlerinin sayısı sınırlı kaldı. Çalışma izinleri içinde ise ev ve bakım hizmetlerinde çalışanlara verilen izinler yıllar içinde artarak ilk sırayı aldı. Bu durum Türkiye’de bu hizmet alanında çalışacak işgücüne ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymakla birlikte 2015 yılında verilen izin verilen kişi sayısı sadece 16.824. Oysa ev ve bakım hizmetlerinde bundan çok daha yüksek sayıda göçmen kadının kayıtdışı çalıştığını söyleyebiliriz.
Yabancı işgücünün kayıt içine alınmasının yerli işçiler açısından olumlu yanları olduğu gibi ücret düzeyini etkilemesi, işverenlerin yabancı işçiyi yerliye göre tercihi ve dolayısıyla yerli işçinin işsiz kalabilmesi gibi olumsuz durumlara yol açması söz konusu olabilir mi?
Düzgün işlerde insan onuruna yakışır şekilde çalışma hakkı, kişilerin etnik kökeninden, başka bir ülkenin vatandaşı olmasından bağımsız olarak temel bir insan hakkı. Dolayısıyla işgücü piyasasında ihtiyaç duyulan alanlarda yabancı işçilerin mutlaka kayıtlı ve yasaların koruması altında çalıştırılması gerekiyor. Yabancıların kayıtlı çalışması aynı zamanda yerli işgücü karşısında haksız bir rekabetin önlenmesi açısında da zorunluluk. Ayrıca işverenlerin yerli işçi karşısında daha ucuz yabancı işçiyi tercih edeceğine dair otomatik bir çıkarımda bulunulamaz. Çünkü işgücü piyasasının tabakalı yapısında çeşitli faaliyet alanları ve meslekler etnisite ve cinsiyet temelinde zaten ayrışmıştır. Rekabet söz konusu olduğu zaman çeşitli göç alan ülkelerde yapılan araştırmalar bu rekabetin yerli ve yabancı işgücünden ziyade farklı göçmen grupları arasında cereyan ettiğini ortaya koyuyor. Yine de yerli ve yabancı vasıfsız işgücü grupları arasında rekabet ihtimali dışlanamaz ve bu durumda devletin ilgili kurumlarının hem kayıtdışılıkla etkin mücadelesi, hem de yabancı işçileri eleman temininde sıkıntı çekilen meslek ve faaliyet alanlarına yönlendirmesiyle çözüm yolları bulunabilir.
Konuya ilişkin Ocak 2016’da yayınlanan yönetmeliğin eksik yanları neydi, yasa bu boşluğu tamamlayabilir mi?
Ocak ayında yayınlanan Yönetmelik Türkiye’de geçici koruma statüsü tanınmış olan Suriyeliler için işverenlerin Bakanlıktan çalışma izni alarak istihdam etmelerini öngörüyor ancak bu kapsamda çalışanların sayısının bir işyerinde çalışan sayısının %10’unu geçemeyeceğini söylüyor. Kuşkusuz Türkiye’de bulunan Suriyeliler farklı eğitim düzeylerine ve mesleklere sahip kişiler. Bunların içinde üniversite mezunu olanların vasıf ve mesleklerine uygun işlerde çalışabilmesi bakımından böyle bir düzenleme gerekiyordu. Öte yandan vasıfsız işgücü açısından işverenlerin işçiyi kayıtlı çalıştırması ancak ciddi denetim uygulamalarıyla söz konusu olabilir.
Sendikaların yabancı işçi istihdamına bakışı nasıl olmalı?
Türkiye’de bulunan Suriyelilere vatandaşlık verilmesi tartışmalarının alevlendiği şu günlerde insanlar bu konunun siyasi amaçla manipüle edilebileceğinden haklı bir endişe duyuyor. Öte yandan ırkçı söylemlerin yükselmesi de çok ürkütücü. Aslında Türkiye’de yapılması gereken, geçici koruma statüsü altında temel sosyal haklara çok sınırlı bir erişimi olan Suriyelilerin mülteci olarak kabul edilmesini sağlayacak yasal düzenlemenin yapılması. Böylece başta eğitim ve çalışma olmak üzere haklara erişimlerinin sağlanması. Mülteci olarak kabul edilenlerin çalışma izni gerekmeden çalışmasına imkan tanıyan Yönetmelik Nisan ayında çıktı. İşgücü piyasası ihtiyaçlarının doğru tespitiyle İŞKUR işe yerleştirme hizmetlerinde, eleman temininde güçlük çekilen mesleklere yönlendirme yapabilir. Böylece yerli ve yabancı işgücü grupları arasında olası bir rekabet önlenebilir. Sendikalar da sadece üyelerinin çıkarlarını korumaya yönelik dar bir bakış açısı yerine çalışanların genel emek haklarının korunmasını sağlayacak dayanışmacı bir bakış açısını benimseyebilir.